20 Mayıs 2011 Cuma

Black Swan: Kusursuz olmak zordur

                                                                                     Thom Yorke, "Black Swan"

I shut my eyes and all the world drops dead;
I lift my lids and all is born again.
( I think I made you up inside my head )*

İnsan ruhunun karanlık taraflarıyla ilgilenmeyi seven Darren Aronofsky, son filmi Black Swan'da dışarıdan zariflik ve incelikle dolu, yakından bakıldığında ise rekabet, hırs ve kıskançlık duygularıyla örülü bir dünyanın içindeki bir karakterin hikayesini anlattı. İnsanın olduğu her yerde karanlık, tuhaf ve kötücül hislerin olması şaşırtıcı değil, ama bir de insanın kendi içindeki karanlık ve kötülükle dolu bir dünya var ki derinliği ve uzandığı yerler sonsuza kadar gidebilir ve bizi her daim şaşırtmayı başarabilir. Filmin yediği yemekten, dışarıda attığı her adıma kadar kontrolü elinden bırakmayan, kusursuz olma peşindeki baş karakteri Nina (Natalie Portman),  kuğu gölü balesindeki başrolü kapmasıyla birlikte başlayan tuhaf ve korkutucu bir yolculuğa çıkıyor ve bu psikolojik yolculuğun etkileri, hem fiziksel olarak hem de hayatının içine yerleşen görüntüler ve yanılsamalar olarak kendini göstermeye başlıyor. Nina'nın kendi bedeni ve ruhu içindeki 'doppelganger'ini, karanlık tarafını keşfetmesi ve bunu hayatında tutunabildiği tek şey olan dans ve dansta kusursuz olabilmek için yapması, onun ne kadar yalnız olduğunun ve mükemmel olmayı saplantı haline getirdiğinin göstergesi. Bu ürkütücü zihinsel yolculukta karakterimizin tam tersi davranışlarına sahip balerin Lily (Mila Kunis), Nina'nın ürkütücü zihinsel yolculuğunda, kendisine onu besleyip geliştiren ya da kışkırtan bir alt benlik, bir kötü ikiz olarak seçtiği kişi oluyor. Aronofsky'nin bu psikolojik gerilimi aktarması için seçtiği "kuğu gölü" balesi ise Nina'nın dönüşümünü izleyiciye aktarması açısından son derece elverişli bir hikayeye sahip. Karakterin saflığın, masumiyetin ve kırılganlığın sembolü olan beyaz kuğudan kötülükle dolu siyah kuğuya geçmesi, ancak siyah kuğunun simgelediği her şeyi içinde hissetmesiyle mümkün olabiliyor. Ve bu sayede kusursuzluğa ulaşan Nina, iç huzuruna da ulaşmış oluyor. 

Kusursuzluğa ulaşma yolunda kendini parçalayan, dansla varolabilen tek kişi Nina değil elbet, çok daha öncelerde kendini bu sevda uğruna sınıra götüren Michael Powell ve Emeric Pressburger'in The Red Shoes filminin karakteri Victoria Page (Moira Shearer) de yaşamının anlamını dansta buluyordu. Hırslı ve zorlayıcı Boris Lermontov -Vincent Cassel'in canlandırdığı karakterin atası sayılır:)- Victoria'ya "neden dans etmek istiyorsun?" diye sorduğunda aldığı cevap "sen neden yaşamak istiyorsun?" olur. Boris "tam olarak nedenini bilmiyorum ama yaşamalıyım" der, Victoria'nın ise karşılığı hazırdır: "işte benim de cevabım bu". Şu ana kadar kimseye bu şekilde şaşırtıcı ve etkileyici bir karşılık verememenin üzüntüsüyle diyorum ki ne muhteşem bir cevap!


Black Swan'ın giydiklerini incelemeye başlamadan önce filmin kostümleriyle ilgili yaşanmış bir anlaşmazlıktan bahsedeyim. Filmin kostüm tasarımcısı Amy Westcott, ancak sanırım çoğu izleyici filmin kostümlerinin Rodarte markasının sahibi Kate ve Laura Mulleavy tarafından tasarlandığını düşünüyor. Bu düşüncenin nedeni yazılı ve görsel medyada çıkan filmle ilgili tüm haberlerde Rodarte markasının ön plana çıkartılması ve tüm tasarımların Rodarte'ye ait olmasıyla ilgili bir kanı yaratılması olabilir, bilmiyorum. Neyse, yabancı kaynaklardan okuduğuma göre Mulleavy kardeşler belki de 'modacı' olarak sürekli göz önünde bulunmanın verdiği hissiyatla filmin kredilerinde adlarının "kostüm tasarımcısı" olarak geçmesi talebinde bulunmuşlar ya da öyle olmamasına bozulup söylenmişler. Oysa ki Westcott, söylendiğinin aksine Mulleavy kardeşlerin 40 değil sadece 7 kostümü tasarladığını söylüyor ve bu tasarımların kendisi, Aronofsky ve Rodarte kardeşlerin işbirliğiyle oluştuğunu belirtiyor. Bale kostümlerinde Rodarte'nin çizgilerinin etkisi çok açık ve net, ancak filmin tüm kostümlerinin yaratımı ve filmle bütünlüğünün sağlanması 7 kostümden çok daha fazlasını ifade eder. Bu konuyla ilgili eğer meraklanır da okumaya heves ederseniz diye Westcott ile yapılmış bir röportajı buraya bırakıyorum.

Filmin kostümleri üç ana gruba ayrılabilir; karakterlerin gündelik kıyafetleri, dans çalışmaları sırasında giydikleri kıyafetleri ve sahnedeki bale kıyafetleri. Bu üç ayrımın dışında bir de ek olarak Nina'nın yeni baş dansçı olarak sunumunun yapıldığı gece giyilen kıyafetler var. Filmdeki tüm kostümler yaratılan naif, kırılgan, kasvetli ve soğuk dünyaya hizmet edecek şekilde sıkı sıkıya bağlı kalınan bir renk paleti göz önüne alınarak oluşturulmuş. Beyaz ve siyahın iki keskin ucu oluşturduğu renk skalasında pembenin en açık tonları ve grinin siyaha giden çeşitleri var. Nina'nın çocuksu, naif ve kırılgan yapısı pembenin, karanlık tarafa giden bilinçaltının izlediği yol ise grinin tonları ile betimlenmiş. Filmin görüntü yönetimi ve prodüksiyon tasarımında da aynı renkler söz sahibi, zaten kostümler onların kurduğu dünyanın izinden gidiyor. Kullanılan renkleri tek tek seçerek, biraraya getirip bir renk paleti oluşturdum. Umarım topladığım renkler bilgisayarların ekranlarında mutasyona uğramaz :)


Dans çalışmaları sırasında giyilen kostümleri Westcott, New York Balesi ve Amerikan Bale Tiyatrosu'ndaki dansçıları izleyerek, onların giydiklerinden ilham alarak oluşturmuş. Sahnedeki bale kostümleri ise Rodarte ile yapılan işbirliğinin izlerini taşıyor. Nina'nın kuğu olarak lanse edildiği gece giydiği beyaz elbise ise son derece şık bir tasarım. Arkasında ilginç bir sırt dekoltesi bulunan elbise Swarovski kristalleriyle işlenmiş. Ayrıca Swaroski, bale kostümlerindeki pırlantalarda  ve set tasarımında kullanılan "chandelier" denilen sanırım avize diyebileceğim aydınlatmalarda da söz sahibi. Aynı gece Winona Ryder'ın canlandırdığı gözden düşmüş balerin Beth'in giydiği gece kıyafeti ise kafayı hafiten sıyırmaya başlamış olduğunun işaretini veren bir tarzda:)  Çapraz lame rengi şeritler siyah elbisenin etrafını sarmış, ancak filmi durdurup baktığım halde elbisenin detaylarına tam anlamıyla vakıf olamadım. O nedenle fazla bir şey söylemesem daha iyi:p Bana kalırsa Black Swan'ın kostümleri, filmin ruhuna son derece yakışan çizgileriyle övgüyü hak ediyor. Belki sinemada gördüğümüz en çarpıcı ve göz alıcı tasarımlar değil, ama son derece zeki ve tutarlı bir anlayışla oluşturulmuş ve uygulanmış.

Black Swan bana, yukarıda küçük bir kısmını paylaştığım Sylvia Plath'ın o çok sevdiğim şiirini hatırlatıyor. Bilinçaltımızın, kafamızdakilerin bir sınırı yok; tüm o görüntüler, sesler ve hayaller bir an  sonra etrafımızı sarıp içinden çıkamayacağımız karanlık bir dünya yaratabilir. Ve o dünya, her şeyin önüne geçip kendi gerçeğini oluşturabilir. Hangisi daha dayanılmaz onu bilmiyorum; beynimizin yarattığı karanlık mı, yoksa yaşadığımız dünyanın karanlığı mı?
 






 


 
* Sylvia Plath - Mad Girl's Love Song

9 yorum:

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Şimdi şu yazıyı bizim sözde görüntü yönetmeni ile kostüm tasarımcımıza göstersem acaba bir sonuca ulaşırlar mı? Sanmıyorum...
O film ödül alırsa hayata, sanata ve insana olan inancımı kaybederim bu kesin...
Her neyse, Kostümler ve dönüşüm gerçekten iyi işlenmiş, abartıya kaçılmaması ise ayrı bir güzellik. Nedense benim için iyi kostüm filmi ilk izlediğim anda gözüme hiç takılmayan, dikkat çekmeyen şey oluyor. Bu filmi ilk izlediğimde de durum buydu...
Ama filmin güzel olup olmadığı ise bence tartışılır o başka...
Sevgilerle...

endiseliperi dedi ki...

clea,
zevkle ve ilgiyle okudum. çok güzel hazırlamışsın yazıyı.

sana demiş miydim, keşke filmlerdeki evler, mekanlar ve dekorasyonu vs için de bir site olsa. öyle eğlenerek okurum ki. bu filmdeki evin duvarları koyu yeşil diye hatırlıyorum ve nasıl kasvetliydi, olması gerektiği gibi.

iyi geceler,
sevgiler.

Clea dedi ki...

Vuslat,
ben biraz uzaklaşınca buralardan kaçırdım sanırım, ne çekiyorsunuz, n'oluyor? ne çekiyorsanız çooooook kolay gelsin sana. benden de sevgiler, çok!

peri,
aslında yetişebilsem onları da yapmak isterim, benim de çok ilgimi çekiyor. uzmanı değilim ama incelemek ve üzerinde konuşmayı seviyorum. ama istiyorum ki izleyenler de fikirlerini söylesinler ya da itiraz etsinler falan ama pek bir şey gelmiyor:) çok sağol güzel yorumun için.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Sürgünümde hevesli bir yönetmen adayı var. Bir ekip oluşturdu. Görüntü yönetmeni, kostüm tasarımcı bir de senaryo hazırlamış. Ama konu tam bir garabet. Aşk, kavuşamama, intihar falan. Hatta diyalogları dahi bana yazdırdı ki bundan gurur duymuyorum. Şimdi benim sürgünümün olduğu yerde böylesi bir çaba sırf cesaretten dolayı bile ödüllendirilmeli ben de sırf bu çabayı selamlamak adına yardım ederim demiş bulundum. Önce oyuncu koçluğu yapmamı istedi tamam dedim. Sonra bizzat bir rolü oynamamı istedi çekincelerim olmakla birlikte ona da tamam dedim. Bu arada anlatmaya çalışıyorum tabi: "Ya bak bu senaryo beş para etmez, yapma bu kadar yatırım yapıyorsun gel en azından konuyu, senaryoyu değiştirelim. Üstelik bir film dokusu bu şekilde işlenmez uzman değilim ama hiç olmazsa film izlemişliğim var" Ama adamda tın yok. Neyse oyuncularını beğenmedi bu kez benim tiyatro ekibimden rica etti. Ben de o arkadaşları hazırladım. Kostümler diyorum kabus. Kostüm tasarımcı bayan arkadaşl birbirimize girdik. Yahu bir insan bu kadar mı abuk elbise diker, hazırlar... Ben de böyle bir yetenek olsa ben yapacağım ama yok işte. Bir gece sabaha kadar terziyle çalıştım. Terzi zaten allahlık: Hocam sırttan aç diyorum adam diyor yok ayıptır böyle daha iyi... Hocam bak bununla dans edilecek şurdan kabart buradan tül ekle, pile ver diyorum. Adam: Ma ne gerek var ayağına dolanır hem tül de ne ki kirlenir o burada toz çoktur diyor... Bu arada kostümcüm çoktan kırkıncı uykusunda. Yardımcı yönetmen ol dendi haklı olarak başta itiraz ettim. Yahu arkadaş ben fotoğraf bile çekmekte kötüyüm diye ama sonra iş başa düştü peki dedim. Yönetmenle bir dilek ağacı sahnesi var adam ağacın dalları arasından tek açıdan aldı. ne yüz var ne mimik... Hocam diyorum bak bu açı tamam montajda iyi de olur ama en azından üç açıdan daha almamız lazım boğmayalım sahneyi. Adam ağır, kısık tane tane bir sesle, üstelik genizden "Hocaaaaaammm bööööyyyyllleeeee iiiiyyyyiiiidddiiiirrr" deyip kestirip atıyor. Görüntü yönetmeni ise başka bir dert. Geçiyor vizörün ardına oyuncunun rol yapmasına müsaade etmiyor herif. Yok dururken parmaklar çok açılmış, kaşı çok kalkmış, hızlı nefes almış, sesi yüksek çıkmış.... Yahu adam sinirlendiği bir sahneyi oynuyor. Onunla karşılıklı sabaha kadar çalışmışız o sahne için. Yönetmen dakikasında hallediyor sahneyi. Neymiş efendim yüzü çok kızarıyor, ağzından tükrük çıkıyormuş. Yahu ne bekliyorsun adam sinirli, kavga ediyor benle (Babası rolünde olduğum arkadaşla benim sahnem) Hayatında Kadir inanırdan başka aktör görmemiş "Fatmagülün Suçu ne" dizisini tarihin en başarılı prodüksiyonu sayan bir yönetmen olunca böyle oluyor. Ha bir de makyaj var tabi. Bil bakalım makyajcımız kim. Kostüm tasarımcımız... Al sana bir başka kabus daha... Sözde ben yaşlandırılıyorum yüzümde kara kara çizgiler var. saçlarım beyazlatılıyor, alnım ve burnumda...
İşte böyle bir şey. Ya yanarım adam bir de bu filmi yarışma için hazırlamıyor mu: "Hooooocccaaaaaaammm Keeeeeessssiiiiiinnnn ööööödddddüüüüüüllllll aaalllllaaaaaccccaaaağğğğğaaaaazzzz"
Yok kardeşim benim adımı yrd. yönetmenlikten, oyunculuktan, eğitmenlikten çıkar oraya başka bir isim koy ne yaparsan yap dedim ben de...
Of! biliyorum uzattım ama yarama tuz bastın ne yapayım. İşte bizim filmimiz kısaca bu 20 Haziranda bitiriyoruz. Nefret ettiğin, hayatına kast etmek istediğin birileri varsa ya da en temizi dünya barışı ve huzuru adına ABD, İsrail, Fransa başkanları ile bizim iktidarı toptan galaya davet edebilirsin...

Yorumlar konusunda yalnız kaldığını yazmışsın. Konun hem farklı hem de ilginç ben bile senin bloğunla tanışana kadar dikkat etmediğim konulara dalıyorum bloğa yetişebilmek için ufaktan okumaya da başladım mesela ilk olarak Sue Jenkyn Jones'un Moda Tasarımı kitabını aldım. Gerçi aradığım kitap değilmiş ama olsun. Yani zamanla insanlar bu alanda yetişip ilgi gösterdikçe bir çok yorumcu adayı da daha hızlı yetişecek...
Sevgilerle...

Clea dedi ki...

Vuslat,
filmin çekiliş sürecini öyle bir anlatmışsın ki isterse dünyanın en kötü filmi olsun yine de seyretmek için can atıyorum! yazın beni çok güldürdü, iyi ki de uzun uzun anlatmışsın. aslında çekim sürecindeki her türlü tuhaf, abuk sabuk ve acemice şeye alışkınım, ama sizin set de baya iyiymiş:p bir de bu film ödülleri toplarmış di mi? olmaz olmaz deme:p neyse ki kabusun 20 haziran itibarıyla son buluyormuş, sevindim. galaya kimse gelmese bile ben gelirim, çektiğin azaba ortak olmak için!

bloğumda beni hiç yalnız bırakmadığın için çok çok teşekkür ederim sana, yeniden diyorum ki çoooook kolay gelsin.

justine dedi ki...

Canım kardeşim, eline sağlık. Yine çok güzel bir yazı yazmışsın. Film kadar güzel üstelik;)

"Bilinçaltımızın, kafamızdakilerin bir sınırı yok; tüm o görüntüler, sesler ve hayaller bir an sonra etrafımızı sarıp içinden çıkamayacağımız karanlık bir dünya yaratabilir. Ve o dünya, her şeyin önüne geçip kendi gerçeğini oluşturabilir. Hangisi daha dayanılmaz onu bilmiyorum; beynimizin yarattığı karanlık mı, yoksa yaşadığımız dünyanın karanlığı mı?"

Bu paragrafı özellikle çok sevdim, o şiiri iyi bilirim. Yazacağım bunu bir kenara, sağol.

Ve ben de seni yalnız bırakmam, asla!;)

p.s.: Vuslat'ın yazma hızına yetişemiyorum ki! Bloğuna saniyede bir yazı koyuyor. Onun yüzünden kitap okuyamıyorum yahu!;p

Adsız dedi ki...

Merhaba canım,
Hep geç kalıyorum bloğa yorum yapmaya. Malum Lily, iş güç! Filmin kostümleri verilmek istenen bir hava varsa, ki vardı, onu gerçekten iyi yansıtmış. Fakat seyrederken özellikle sonlara doğru, ben de bir bu filmi önceden görmüştüm duygusu oldu. Yoğun bir şekilde bunu daha önce görmüştüm hissi. Sanırım bu alter-ego ve anne-kız ilişkilerinin işlenmesi klişeleştiğinden. Yazı çok güzel, sen de güzelsin. Kucaklıyorum ve özledim seni!
serap

Clea dedi ki...

serap,
hak veriyorum sana, daha önce görmediğimiz ya da çok karmaşık bir hikaye değil bu. belki de çok karmaşık, çok daha karanlık olsaydı insanlar bu kadar sevmezdi. ben de seni özledim, lily'i de, hem de çok! sarıldım.

Adsız dedi ki...

Aw, this was a really nice post. In idea I would like to put in writing like this additionally - taking time and actual effort to make a very good article… but what can I say… I procrastinate alot and by no means seem to get something done.