Modacıların tasarımlarında kullanmayı sevdiği çizgiler ve şeritler, sinema perdesinde de bol bol gözükür. Tek sorun kamera karşısında tarama yapıp yapmayacaklarıdır. Kostümcüler oyuncuya çizgili bir kostüm giydirdiklerinde ya da giydirmeyi düşündüklerinde (tabii sık çizgililerden bahsediyoruz) ilk sorum kamera karşısında deneme yapıp yapmadıkları olur. Kıyafet kamera önüne çıkar ve tarama testinden geçerse oyuncunun üzerindedir. Nedeni nedir bilinmez ama çizgili kıyafetler hep Fransız tarzı denen stili hatırlatır. Belki de Fransız yeni dalgasının en bilindik filmlerinde, örneğin À bout de souffle (Serseri Aşıklar) da bolca kullanılmalarının bunda etkisi olabilir, kimbilir? Şahsen çizgili kıyafetleri çok severim. Hem filmlerde görmeyi hem de kendi üzerimde taşımayı. Bana kalırsa kalın ya da ince olsun şerit ve çizgiler, tasarımcılar için farklı sayıda çok fazla şey yaratabileceği bir malzeme, giyenler içinse doğru kombin ve doğru kıyafetlerle her zaman bir şıklık kaynağı.
Neredeyse her sahnesinde çigili kıyafetleri görebileceğimiz À bout de souffle'un dışında Godard'ın Le Mepris ve Pierrot le fou filmlerinde de çizgili kostümler karakterlerin üzerinde. Godard'ın bu tarzı sevdiği kesin, ama diğer Fransız yönetmenlerde çigilerin cazibesine kayıtsız kalamamış. François Truffaut'nun çok sevdiğim Jules et Jim filminde muhteşem Jeanne Moreau çok hoş giyiniyor ve bu hoşluğun bir kısmı çizgili kostümler ile oluşuyordu.
Tabii bu desenler yalnızca Fransız filmleriyle sınırlı kalmadı, eski ya da yeni, farklı ülkelerin sinemalarında da bu tarzın çeşitlerini görmek mümkün. Filmlerdeki karakterlerin yapısı onların kostümlerinin sınırlarını da belirliyor. Kostümlerdeki çizgiler baki kalıyor, kıyafetlerin tarzı çeşitliklik gösteriyor. Film bir süper kahraman ya da gerçeküstü, fantastik bir karakteri anlatıyorsa genelde çizgili tasarımlar aykırı ve şaşırtıcı etki yaratmak için kullanılır. Bunun için Beetle Juice ya da Sweeney Todd'a bakmak yeterli.
Çizgilerden bahsedip Piet Mondrian'nın adını anmadan geçmek olmaz. Hollandalı ressam, resimlerinde enine ve boyuna çizgileri kullanarak ve bu çizgileri 3 ana renk ile birleştirerek 1900'lü yıllarda kendine has bir tarz yaratmış ve bu tarz Neoplastisizm olarak adlandırılmış. En basit anlatım şekliyle neoplastisizm, basit geometrik biçimler ile ilkel renkler arasındaki ilişkiyi araştırır. Kübizmden oldukça etkilenen ancak daha sonra kendisine özgü bu güçlü akımı yaratan sanatçının eserlerinde, beyaz zemin üzerine yatay ve dikey çizgiler yer alır ve bu çizgiler ana renklerle bütünleşir. Resim sanatında Mondrian ile temsil edilmiş olan bu tarz, mimari ve grafik tasarımda da uygulanmış ve bu sanatsal çalışmalar De Stijl adı verilen bir akımı oluşturmuş. Yaratılan biçimler üzerinden sanatsal bir arınmaya, saf ve öz olanı bulmaya giden bir yolda ilerleyen De Stijl'in etkilerini hala birçok yapıtta bulmak mümkün. Bu çizgi dolu yazıyı Piet Mondrian'ın sözleriyle kapayayım o halde, yoksa bir süre sonra çizgiler beynimde tarama yapmaya başlayacak:) Aşağılarda çizgilerin sinemada kendisine nasıl yer bulduğunu, biraz daha aşağılarda ise tasarımcıların yarattıklarını görebilirsiniz.
“ Çizgileri ve farklı kombinasyonlardaki renkleri düz zemin üzerine yansıtarak genel güzelliği en belirgin şekilde ifade etmek için kullanıyorum. Doğa bana ilham kaynağı oluyor beni diğer ressamlarda olduğu gibi farklı bir duygusal pozisyona sokuyor ve bu bana bir şeyler yapmamı tetikliyor. Fakat ben hala varlıkların en basit ve gerçek haline ulaşmak istiyorum ta ki onların özünü bulana kadar.
Enine ve boyuna çizgilerin hesaplamayla olmayan onun yerine farkındalık ile yaratılarak estetiğin en basit halinin uyumunu yansıtacağına inanıyorum ve bu uyum renkler eklenerek gerçek kadar güçlü bir sanat eseri haline getirilebilir.”
Piet Mondrian;
çizgili filmler;
The Sting
Givenchy
ve ben;
Neredeyse her sahnesinde çigili kıyafetleri görebileceğimiz À bout de souffle'un dışında Godard'ın Le Mepris ve Pierrot le fou filmlerinde de çizgili kostümler karakterlerin üzerinde. Godard'ın bu tarzı sevdiği kesin, ama diğer Fransız yönetmenlerde çigilerin cazibesine kayıtsız kalamamış. François Truffaut'nun çok sevdiğim Jules et Jim filminde muhteşem Jeanne Moreau çok hoş giyiniyor ve bu hoşluğun bir kısmı çizgili kostümler ile oluşuyordu.
Tabii bu desenler yalnızca Fransız filmleriyle sınırlı kalmadı, eski ya da yeni, farklı ülkelerin sinemalarında da bu tarzın çeşitlerini görmek mümkün. Filmlerdeki karakterlerin yapısı onların kostümlerinin sınırlarını da belirliyor. Kostümlerdeki çizgiler baki kalıyor, kıyafetlerin tarzı çeşitliklik gösteriyor. Film bir süper kahraman ya da gerçeküstü, fantastik bir karakteri anlatıyorsa genelde çizgili tasarımlar aykırı ve şaşırtıcı etki yaratmak için kullanılır. Bunun için Beetle Juice ya da Sweeney Todd'a bakmak yeterli.
Çizgilerden bahsedip Piet Mondrian'nın adını anmadan geçmek olmaz. Hollandalı ressam, resimlerinde enine ve boyuna çizgileri kullanarak ve bu çizgileri 3 ana renk ile birleştirerek 1900'lü yıllarda kendine has bir tarz yaratmış ve bu tarz Neoplastisizm olarak adlandırılmış. En basit anlatım şekliyle neoplastisizm, basit geometrik biçimler ile ilkel renkler arasındaki ilişkiyi araştırır. Kübizmden oldukça etkilenen ancak daha sonra kendisine özgü bu güçlü akımı yaratan sanatçının eserlerinde, beyaz zemin üzerine yatay ve dikey çizgiler yer alır ve bu çizgiler ana renklerle bütünleşir. Resim sanatında Mondrian ile temsil edilmiş olan bu tarz, mimari ve grafik tasarımda da uygulanmış ve bu sanatsal çalışmalar De Stijl adı verilen bir akımı oluşturmuş. Yaratılan biçimler üzerinden sanatsal bir arınmaya, saf ve öz olanı bulmaya giden bir yolda ilerleyen De Stijl'in etkilerini hala birçok yapıtta bulmak mümkün. Bu çizgi dolu yazıyı Piet Mondrian'ın sözleriyle kapayayım o halde, yoksa bir süre sonra çizgiler beynimde tarama yapmaya başlayacak:) Aşağılarda çizgilerin sinemada kendisine nasıl yer bulduğunu, biraz daha aşağılarda ise tasarımcıların yarattıklarını görebilirsiniz.
“ Çizgileri ve farklı kombinasyonlardaki renkleri düz zemin üzerine yansıtarak genel güzelliği en belirgin şekilde ifade etmek için kullanıyorum. Doğa bana ilham kaynağı oluyor beni diğer ressamlarda olduğu gibi farklı bir duygusal pozisyona sokuyor ve bu bana bir şeyler yapmamı tetikliyor. Fakat ben hala varlıkların en basit ve gerçek haline ulaşmak istiyorum ta ki onların özünü bulana kadar.
Enine ve boyuna çizgilerin hesaplamayla olmayan onun yerine farkındalık ile yaratılarak estetiğin en basit halinin uyumunu yansıtacağına inanıyorum ve bu uyum renkler eklenerek gerçek kadar güçlü bir sanat eseri haline getirilebilir.”
Piet Mondrian;
çizgili filmler;
À bout de souffle
Le Mepris
Pierrot le fou
Jules et Jim
Suddenly, Last Summer
The Magus
Bringing Up Baby
Casablanca
Gilda
Gone with the Wind
The Maltese Falcon
Morte a Venezia
The Sting
To Catch a Thief
Two for the Road
Pippi Långstrump
My Fair Lady
Casino Royale
The Royal Tenenbaums
Beetle Juice
Twilight
Coco avant Chanel
Juno
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street
çizgili markalar;
Mango Koton
Marc Jacobs
Givenchy
Salvatore Ferragamo
ve ben;
çizgilerin yarattığı mutluluk!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder