16 Ekim 2012 Salı

Eğleniyor muyuz gençler?


Nihayet blogumun kumanda panelinde temiz bir sayfa açabildim! Benim için çalıştığım bir filmin ya da dizinin setindeki en güzel gün o projenin son günüdür. Çünkü o gün sette vakit bulamadığım tüm güzel şeyleri artık yapabileceğimi bildiğim gündür artık:-) Karaoğlan'ı sonlandırıp ekiple mutlu mesut vedalaştıktan sonra ilk izlediğim film The Hunger Games oldu. Aslına bakarsanız izlemek için sabırsızladığım bir film değildi, zaten öyle olsaydı sinemada izlemiş olurdum muhtemelen. Filmi Serapcığım, David ve ben izledik ve sanırım ablamla, David uyumasın, heyecanlı bir şeyler olsun diye bu filmi seçtik. Ve filmin sonuna geldiğimizde dostlar sevgili eniştem uyumamıştı, bu da filmin en azından ablamların evinde amacına ulaştığını gösterir:-)

The Hunger Games, korkutucu ve karanlık bir dünyayı anlatıyor. Filmi henüz izlememiş olanlar için kısaca bu karanlık dünyayı biraz olsun özetleyeyim. Panem ulusu, başkent Capitol ve ona bağlı olan 12 bölgede yaşayan insanlardan oluşur. Zenginlik ve refah içinde yaşayan Capitol, 12 bölgenin de hakimi pozisyonundadır. Capitol daha önceden kendisine karşı çıkarılmış olan ayaklanmanın tekrar yaşanmaması için ceza niteliğindeki 'açlık oyunları'nı her sene zorunlu olarak uygular. Bu insanlık dışı oyun için, her bölgeden 12 ve 18 yaşlarında olan bir erkek, bir kız seçilir ve kısa süren bir eğitim sürecinden sonra seçilenler, oyunun sonunda yalnızca bir kişinin hayatta kalacağı tehlike ve yokluklarla dolu ormana bırakılırlar. Ormanda, birbirlerine, açlığa, susuzluğa ve Capitol'ün yaratıp karşılarına çıkarttığı her şeye karşı direnerek sağ kalmayı başaran kişi, bu oyunun galibi olur.

Filmin uyarlandığı aynı adlı Suzanne Collins kitabı çok satanlar listesinde uzun süre kalmış, serinin diğer kitapları da yine çok satanlarda. Özellikle gençler arasında çok tutulmuş ve sevilmiş. Collins'in yarattığı dünya aslında çok yeni değil, daha önce de acımasız, sert, ölümün eğlenceye dönüştüğü tuhaf hikayelerle edebiyatta ve sinemada karşılaştık. Ben Açlık Oyunları'nı okumadım, o nedenle filmin kitabın gerisinde kalıp kalmadığını bilemiyorum. Bana göre sıkılmadan izlenecek, orta seviyede bir film. Resmettiği acı, fakirlik ve şiddetle yaşayan insanların ve bu acı ve şiddetle beslenen, onu bir çeşit eğlenceye dönüştüren diğer insanların hikayesi maalesef yeterince güçlü bir etkileyicilikle bana ulaşamadı. Oysa ki ortada çok trajik bir hikaye var; çocukların, henüz çocukluktan çıkmış gençlerin zoraki bir şova sürüklendiği ve bu şovun başka insanların neşesine dönüştüğü bir öyküde sanki başka şeyler ön plana çıkartılmış gibi. Kastettiğim pek tabii filmdeki şiddetin dozunun az olması değil, öncelikle genç izleyici kitlesini hedefleyen film, doğal olarak gösterdiği şiddeti  en aza indirgemek durumunda. Söylemek istediğim Capitol'ün eğlencesi olan bu hayatta kalma şovunun, filmin izleyicisi için de neredeyse bir eğlenceye dönüştürülecek şekilde sunulması.


Filmin kostümleri keskin bir ayırım yapabileceğimiz iki ayrı uçta yaratılmış. Bir uçta Capitol'ün, diğer uçta ona bağlı olarak yaşayan bölgelerin giydikleri var. Oldukça sınırlı imkanlarla yaşayan bölgelerin giydikleri en ufak bir ilgi çekiciliğe izin vermeyen soluk renklerin hakimiyeti altında. Bolluk ve neşenin simgesi Capitol'ün insanlarının kıyafetleri ise renk patlamasıyla gözünüzü kamaştıracak çarpıcılıkta. Kostüm tasarımcısı Judianna Makovsky, yazarın kelimeleriyle şekillendirdiği giyim şekillerinin izinden giderek sinema perdesinde etkileyici bir görsellik yaratmış. Kostümlerin, birbirine taban tabana zıt iki dünyayı seyirciye anlatmada çok önemli bir görev gördüğü bu filmde Makovsky gibi bir yetkin bir ismin tercih edilmesi şaşırtıcı değil. Tasarımcının daha önceki çalışmaları, geniş bir kostüm yelpazesini oluşturacak nitelikte. Harry Potter,   The Last Airbender ve X-Men gibi farklı dünyaların ya da Great Expectations, Seabiscuit gibi farklı dönemlere ait pek çok filmde akılda kalıcı yaratımları olan sanatçı için The Hunger Games, kariyerinde hatırlanacak üretimleri yaptığı bir film olmuş. Özellikle Capitol'ün kostümleri bir tasarımcının çizgilerini çok uç noktalara taşıyabileceği bir yaratım sürecine izin veriyor. Parlak renklerin, ışıltıların, fırfırların, vatkaların, gösterişe ve abartıya hizmet eden her şeyin kullanıldığı kostümler, bir sirkten ya da aşırıya kaçmayı seven bir modacının defilesinden ödünç alınmış gibi. Capitol, kurban seçtiği her bölgenin adaylarının giyim stiliyle de özel olarak ilgilendiği için henüz ormandaki oyuna geçmeden önce bölgelerden toplanan tüm karakterler de yaratılan şatafatlı tarzın içinde yer alıyorlar. Bu ölüm kalım oyununda halkın ve sponsorların ilgisini çekerek bir adım öne geçmeyi sağlayacak  şeylerden biri kostümler, bu nedenle yarışmacıların Capitol halkına sunulduğu geçit töreninde kurbanlarımız bölgelerine uygun tasarımlar içerisindeki çarpıcı kıyafetleriyle zoraki bir arz-ı endam ediyorlar. Esas kızımız Katniss Everdeen ve kader arkadaşı Peeta Mellark'ın alevli kostümleri diğer adaylar arasından ilgi çekmelerini sağlayan ilk şeylerden biri.


Judianna Makovsky, kostümleri oluştururken öncelikle yazarın anlatımlarını ve yönetmen Gary Ross'un kuracağı atmosfere yönelik isteklerini dikkate almış. İlham aldığı tasarımcı ise dönemine göre oldukça farklı üretimler gerçekleştiren Elsa Schiaparelli olmuş. Capitol'ün görünüşünü, abartılı ve gösterişli Marie Antoinette döneminin kıyafetleriyle, otuzlu yılların kostümlerinden çizgiler taşıyan yepyeni bir stil yaratarak oluşturmuş. Filmin giydikleriyle ilgili daha fazla bilgiye ulaşmak isteyenler tasarımcıyla yapılmış şu röportaja tıklayabilirler. 

Bu yazı için internette dolaşırken çok fazla siteye, bloga girip çıktım. Bazen sadece filmde kullanılan ojenin renginin, saç modelinin ya da kıyafetlerin stillerinin konuşulduğunu gördüm. Capitol halkı dışında da eğlenen insanların olduğu kesin, ne diyeyim. Umarım uzun bir süre sonunda gelen bu yazıda fazla konuşup gevezelik yapmamışımdır. Hala buralarda olan herkese ve yeni misafirlere bu yazı aracılığıyla kocaman bir merhaba!







 
















9 yorum:

Adsız dedi ki...

ben uyumuştum bu filmi izlerken :S

ck dedi ki...

Hoş geldin Clea!

İnan arada bir kontrol ediyordum, acaba yeni yazı var mı diye...

Benim de izlemek için özel bir arzu duymadığım filme, bir yerde rastlayacak olursam izlenebilir arzusuyla yaklaşmama yardım etmiş oldun...

Sevgiler...

Adsız dedi ki...

Canım, canım,
İlk yorumu da ben yapayım dedim, aylardan sonra. Yazılarına hasret kalmışım, cidden. Bir kere o tatlı, esprili dilinle sinema ve kostümle ilgili ciddi noktaları bile rahatlıkla okuyabiliyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bence yazın kısa bile kalmış! Bu arada enişten elbette beğendi filmi, uyumadığına göre:)) Sen seyirciye göre film seçtin ama tatlım, bana çok hafif kaldı hunger games. Sanırım artık youth kategorisine girmediğimden:))
Ben Lily'den bulaşan ağır bir griple hasta yatıyorum aslında 4 gündür. Cihan Lily'ye son çare antibiyotik verdi doktor, geçmedi bir türlü, üstelik öksürük te başladı. Ama zalım doktor beni antibiyotiksiz bıraktı. Burnum çeşme gibi, ateş ve en kötüsü boğazım. Boğazım bir gayya kuyusu gibi geliyor bana, uyutmuyor. Neyse, seni ve yazılarını çok özlemişim. Daha uzunlarını bekliyorum. Sarıldım sana ve Justine'e.
serap

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Filmin canlandırdığı kitabı okumamıştım açıkçası. Filmden kitap eleştirisi yapılmaz aslında, ya da tersi de doğrudur pekala buna rağmen ben bu kuralı çiğneyecek ve şöyle diyeceğim; İyi ki film olarak izlediğim bu garabeti bir de kitap alarak okumaya zaman ayırmamışım. Konu çok bildik bir konu, yunan mitolojisine kadar bile gider zorlarsak (tanrıların zavallı yaratıkları olan insanlarla eğlenmeleri, kaderlerini ellerinde tutmaları vb. Aynı zamanda yine o tanrıların insanların inancı ile –filmde üretimi ile- ayakta kalmaları). Fakat aynı konuyu ilk çağ medeniyetlerinde popüler kılan ne varsa çok daha incelikli ve elbette daha vahşi bir biçimde bu günde var. Sömürü, talan bunlara dayalı adaletsizlik, dengesizlik vb. O halde bu konu çok daha derinlikli işlenebilirdi. Sömürünün ayakları açımlanır, çizgi film tadına oturtulmuş gelecek dizaynı gerçeğe yaklaştırılır. Barbarığın soysuzlaşması karikatürüze edilmek yerine resmedilirken, insan olmaya ait yaratımlar bölgeler üzerinden irdelenebilirdi. Üstelik bunun için uygun malzeme de vardı.

Bölgelerin kendi iç ilişki ve çelişkileri birkaç an belki birkaç dokunuş ve duygu üzerinden daha net ifade edilebilirdi. Sonra o elbiselerin cümbüşü neydi öyle! Zenginlik ve barbarlığı feodalizme geri dönerek aktarma arayışı şimdiyi bir nebze olsun arındırma çabası değil mi? Yarının dünyasının gelişini bu günden bağımsız bağlantısız göstermek için tasarlanmış gibi geldi bana. Saray soytarılarının renkliliği ile feodal soyluluğun kadın ve erkek kıyafetlerine yapılan göndermeler böylesi bir dünya ile dün arasında bir geçiş yapmış ve bu günü o dünyadan soyutlamıştır.

Geriye ise benzerleri seksenli yıllardan beri neredeyse aynı tema farklı dekor mantığı ile çevrilen bir alana hapsedilmiş insanların birbirini avlaması ya da birilerince avlanmasını içeren bir B filmi kalmıştır. Kısacası beğenmedim…

Bunun yanında uzuuuuun bir aradan sonra seni ve sohbetini görmek iyi geldi. Teşekkürler bu güzel yazı için de… Umarım fırsatın olur da daha sık yazabilirsin.

Not: Alaycı kuş kolyesi güzeldi. Bir tek onu sevdim…
Not: Lily ve size geçmiş olsun.

Sevgiyle…

Clea dedi ki...

Çiğdem,
bazılarında öyle de bir etki yapmış film evet:-)

Adsız dedi ki...

İyi dileklerin için teşekkür ederim Vuslat ama geçmedi bu boğaz ağrısı, cidden acı çekiyorum. Keşke "geçmiş olsun olsa" bir an önce...
serap

Clea dedi ki...

Cüneyt,
hoş bulduk! set arası yazı giriyorum:-) bir ara uygun bir zaman olursa izleyebilirsin filmi. ben sıkılmadım şahsen izlerken, orta karar bir şey işte. benden de sevgiler.

Clea dedi ki...

canım benim, çok çok üzülüyorum lily hastalanınca, bir de üstüne sen de hasta olmuşsun. çok geçmiş olsun, buradan da yazayım hemen geçsin bitsin. seni çok seviyorum canım ablam, hasta halinle ne güzel şeyler yazmışsın bana. oraya geldiğimde film seyretme gecelerimiz devam edecek biliyorsun di mi? canımsın benim, lily'i, seni çok öpüyor, sarılıyorum.

Clea dedi ki...

Vuslat,
konu çok tanıdık evet, yazımda da söyledim zaten ama nedense konunun ağırlığı seyirciye geçmiyor. hedef kitlesi de twilight gibi filmleri baş tacı eden bir kitle zaten yani daha ağır olması beklenemez sanırım. bu arada ikimiz de romanı okumadık ama başka bloglardan okuduğuma göre kitapta her şey çok daha ayrıntılı ve zenginmiş. Kitaba bir şey diyemem ben o yüzden, en azından kendi türünde başarılıdır belki, bilemem. kostümler ise Vuslatcığım özellikle o şekilde, bugünden bağımsız tasarlanmış. bilinçli bir tercih bu, izleyiciyi şimdiki zamandan uzaklaştırmak, farklı bir zamana, uygarlığa götürmek adına yapılan bir şey. tasarımcı kitapta anlatılan ifadelere çok bağlı kaldığını söylüyor zaten, yani yazarın kafasında yarattığı, tercih ettiği görüntü bu şekilde.

bu arada ben de alaycı kuşu çok sevdim. kuşları, atları çok seviyorum ben.

incelikli yorumun ve güzel sözlerin için çok teşekkürler, sevgiler Vuslat.